Mehmet Amca ve Bitkilerin Dili: Şifayı Doğada Bulmak
Mehmet Amca ve Bitkilerin Dili: Şifayı Doğada Bulmak
Karadeniz’in yeşiliyle mavisinin birbirine karıştığı o huzurlu köyde, sessiz sakin bir yaşam süren Mehmet Amca vardı. 82 yaşında, yanında bir eşeği, bir köpeği ve birkaç kedisiyle günlerini doğayla iç içe geçirirdi. Sabah namazıyla güne başlar, akşam ezanında evine çekilirdi. Pek kimseler uğramazdı yanına ama o, doğanın ve toprağın bilgeliğiyle her gün yeni bir şifa yolculuğuna çıkardı.
O gün ben de öylesine bir yolculuğa çıkmıştım. İçim daralmış, stres ve gerginlik üzerime çökmüştü. Yolda rastgele yürürken, Mehmet Amca’yı elinde toprağa bulanmış bir bıçak ve bir sepetle yerden bir şeyler toplarken buldum. Yanına yaklaşıp selam verdim, elini öptüm ve sessizce yanına oturdum.
“Neler yapıyorsun Mehmet Amca?” diye sordum.
Yorgun ama bir o kadar güçlü bakışlarıyla yüzüme baktı. O an elimde olmadan heyecanlandım. Önümde duran bitkileri görüyordum ama sanki onun anlatmasını bekliyordum. “Mavi hindiba kökü topluyorum,” dedi. Köklerini ayrı, çiçeklerini ve dallarını ayrı topluyordu.
“Bir kızımız geldi Almanya’dan,” diye devam etti. “Karaciğerinde yağlanma varmış, üstüne bir de kist… Çok üzüldüm, gencecik insan. Ona ilaç yapacağım.”
Mehmet Amca’nın bu bitkilerle nasıl bir terkip yapacağını merak ediyordum ama sorularımı içimde tutup onun devam etmesini bekledim. Sonra, keskin yeşil gözleriyle bana dönüp, “Sormadın,” dedi. Hafifçe gülümsedim.
Ve anlattı:
“Bu hindiba köklerini 2 bardak su ile 30 dakika kısık ateşte kaynatıyorsun. Ateşten alıp süzdükten sonra içine bal ilave ediyorsun. Sonra, her akşam saat 21 ile 23 arası bir çay bardağının yarısı limon, yarısı zeytinyağı karışımını içiyorsun. 15 dakika sonra da demlediğimiz hindiba çayını içiyorsun. Bunu 3 gün devam ettiriyorsun. Sonra 3 gün ara veriyorsun ve tekrar 3 gün uyguluyorsun. Üçüncüsüne gerek kalmıyor, evlat.”
Öylece dinledim. Not almadığımı görünce, “Aklında tutabilecek misin?” diye sordu.
“Aklıma kazıdım bile Mehmet Amca,” dedim. O sırada bir araba durdu.
“Hah, bak bizim Almanyalı da geliyor,” dedi gülümseyerek.
Arabadaki kişi, H. Akkale Hanım’dı. Kendisiyle tanıştık, verdiği bilgileri ve tedaviyi nasıl uygulayacağını konuştuk. Sonuçları öğrenmek için iletişim bilgilerini aldım ve vedalaştık. Mehmet Amca’ya minnetle teşekkür edip, ben de eve doğru yol almaya başladım.
Tam ayrılacakken, Mehmet Amca bir bitkiyi göstererek sordu:
“Bunu biliyor musun?”
Gözlerimi kıstım. “Çobançökerten,” dedim. “Tansiyon dengeleyici olduğunu biliyorum.”
Güldü. “Sadece o değil,” dedi. Sepetinden çıkardığı bir poşete birkaç dal koyup elime tutuşturdu.
“Senin bu günlerde bunu çokça içmen gerekir.”
“Neden?” diye sormadım. Soramadım. Ama kafamda deli sorularla eve dönerken hemen notlarıma baktım.
Evet, çobançökerten strese iyi gelirdi.
Antioksidan kapasitesi yüksekti, çevresel nedenlerden dolayı artan stres faktörünü dengelemeye yardımcıydı. Böbrek üstü bezlerinden salgılanan stres hormonunu düzenlemeye destek olurdu.
Mehmet Amca, üstü kapalı bir şekilde ‘Sen streslisin’ dememişti.
Ama doğanın diliyle, bitkilerle anlatmıştı.
O gün, sadece bir karaciğer terkip formülü öğrenmemiştim. Aynı zamanda, şifanın doğayı dinlemekten ve hissetmekten geçtiğini bir kez daha anlamıştım.
Zaman geçti, H. Akkale Hanım ile tekrar görüştüm. Heyecanla söylediği ilk şey şu oldu:
“Karaciğerimdeki kistten eser kalmadı!”
O an, içimi büyük bir mutluluk kapladı. Şimdi düşünüyorum da, bu bilgi daha kaç kişiye şifa olacak? Kaç kişi, sağlığına kavuşacak ve ona dua edecek?
Şifayı Allah verir, bizi de şifasına şahit ve aracı kılar.
İşte şifa böyle yayılıyor…
Sevgiyle ve sağlıkla kalın.