İçecek olarak dünyada en ön sıralarda yer alan kahve aslında önemli etkileri olan bir tıbbi bitkidir. Kahve tropikal sıcak iklimde yetişen Rubiaceae familyasının Coffea cinsinden bir ağacın meyve çekirdeğidir.

En çok coffea arabica ve coffea robusta cinsi kullanılmaktadır. Kahvenin geniş olarak kullanıma başlanması 15. yüzyılda sûfî gruplar tarafından zihni açtığı ve uyanık tuttuğu için olmuştu. Kısa zamanda vücuda hafiflik ve dinçlik verdiği, uyuşukluk ve tembelliği giderdiği için çok içilmeye başlandı. Kahve 20 sene gibi kısa bir sürede Hicaz’da, Mısır’da ve Şam’da kullanılır hale gelmiş, kısa zaman sonra Osmanlı şehirlerinde ve İstanbul’da tanınmış ve geniş kitlelerce içilmişti. Avrupa kahveyi Osmanlılardan 17. yüzyılda tanımış, 1615 yılında Venedik’te ilk kahvehane açılmıştı. Kısa bir süre sonra Marsilya’da, Londra’da, Viyana’da ve Paris’te de kahvehaneler hizmet vermeye başlamış, kısa zamanda sevilen bir içecek olmuştu.

Kahvenin içildiği ilk yıllarda İslam dünyasında kahve konusundaki en büyük sorun bu içeceğin helal olup olmadığı tartışmalarıydı. Bu tartışmalarda kahve sık sık yasaklanmıştır. Bu yasaklamalar kahvenin zararlı olmasından çok kahve içilen yerlerdeki istenmeyen davranışlar sebebiyleydi. Bu tartışmalarda bilirkişi olarak kahvenin ne gibi etkileri olduğu hekimlerden sorulmuştur. Osmanlı hekimleri 17. yüzyıldan sonra gerek tıp kitaplarında gerekse yetkililerin istedikleri raporlarda kahve hakkındaki görüşlerini bildirmişlerdi.

Kahvenin Tabiatı

Kahve tartışmaları sırasında kahvenin insan bünyesini nasıl etkilediğini bilmek çok önemli bir konu idi. Çünkü o zamana kadar kahve bitkisi ve onun etkisi bilinmiyordu. Her ne kadar uyanık tuttuğu sebebi ile kullanılmaya başlanmış ise de bedene diğer etkileri ne idi. Bunu bilen hekimlerdi ve her seferinde hekimlere kahvenin “tabiatı” soruluyor, bedene ne fayda ve zararı var bilinmek isteniyordu.

Bu konuda yazılı belgelerde gördüğümüz kadarı ile hekimler kahvenin “soğuk ve kuru” nitelikte olduğu konusunda hemfikirdiler. O zaman bu nitelikleri dengeleyen normal hale getirecek önlemler alınmalı idi.

Kahvenin “kuru” olma niteliği hekimler tarafından genel kabul gören özelliğidir. Bu özellik bedeni kurutan, bu sebeple vücudun gerekli nemini alan, sindirimde yararlı olan sistemin gücünü azaltan bir durumdur. Hekimlerin bu kuruluk sorununda çözümü “su içmek” idi. Vücuttan atılacak ve bedeni kurutacak olan kahveyi su ile içmek, yanında su içmek bu zararı düzeltirdi. Böylece tartışılan en büyük sorun çözülmüştü.

Kahvenin “soğuk” olma niteliği de “şekerli” şeylerin yenilmesi ile düzelebilirdi. Osmanlı hekimlerinin, tartışmanın başından beri zararının düzeltilmesinde gösterdikleri yol şöyle idi: “Kahve içmek isteyen kişi ya önceden veya beraberinde tatlı yesin, içine şeker veya bal ilave etsin.” Tıp kitapları genelde şöyle yazar; “Kendini zinde hissetmek, üstünden tembelliği atmak ve zikredilen diğer yararları için kahve içmek isteyen kişi beraberinde bol bol tatlı yesin, fıstık yağı veya sıvı yağ içsin.” Böylece kahvenin yanında şeker, lokum ikramı da hekimlerin hükümlerine uygun hale geldi.

Hekimbaşı Salih bin Nasrullah kitabının yeme içme bahsinde; “Midesi sıcak nitelikte olanlar kahve içmeden önce limonlu gül reçeli, vişne veya kızılcık reçelinden bir iki lokma ekmek ile yemeli, bundan sonra kahveyi içmelidir.” diyerek kahvaltının önünü açmıştı.

Kahvenin kavrularak içilmesindeki tıbbi çekince de “çok kavrulmaması” ile düzeltilmeli idi.

“Yanacak derecede kavrulması” asla doğru görülmüyordu. Bir başka sorun da aç karnına kahve içmemek idi. Bunun için her zaman ya bir şeyler yendikten sonra (özellikle tatlı), en iyisi de yemekten sonra içilmeli idi.

Sonuç

Türk kahvesinin su ve bir parça şekerle, şerbetle, reçelle ikramının nedeninin tamamen bir sağlık meselesi olduğu pek bilinmez. Uluslararası platformlarda bile, suyun boğazı temizlemek, şekerin tat vermek amacı ile ikram edildiğinin söylenmesi bu konunun açıklanması zorunluluğunu ortaya koymuştur.

Kahvenin vazgeçilemez yükselişi, tüm dünyada sevilen bir içecek haline gelişi, tarihinin araştırılmasına sebep olmuş, bu konuda çok önemli kitaplar, makaleler yazılmıştır. Fakat Türk kahvesine has olan bu ikram şeklinin nedeni, kahvenin tabiatının düzeltilmesi yani sağlıklı hale getirilmesi olduğu bildirilmemiştir.

Osmanlı hekimlerinin birinci derecede görevi insanlara sağlıklı yeme içme konusunda yol göstermeleriydi. Bu konuda o kadar yetkiliydiler ki tüm yemeklerimiz onların direktifleriyle şekillenmişti. Kahve içimi de tamamen kahvenin tabiatını bilen ve niteliklerini insan bedenine zararlı olmayacak şekle getiren hekim kurallarına göre yapılırdı.